Büyük bir potansiyel barındıran ve sürükleyici olan ancak aksak yönleri bulunan uyarlama filmleri izledikten sonra senaryonun kökünü aldığı kitabı daha çok merak ediyorum.
Şimdi The Girl with the Dragon Tattoo filmini gömersem günahını alırım, suç türünün hakkını çok iyi veriyor; ilgi çekici, karanlık karakterler, gidişatını merak ettiğiniz bir soruşturma, sinematik mekanlar, şehirler ve çekimler.
Ancak bu tür için kritik olan suçun nasıl çözüldüğünde aksayan yanlar olduğunu da kabul etmem lazım. Yine de soluksuz bir yolculuğa çıktığınız için arada dizinizi, dirseğinizi sala sola çarpmış olmayı çok da umursamıyorsunuz.
Daniel Craig, çekici, karizmatik ve ekranı dolduran varlığıyla izlemesi manyetik etki yaratan bir oyuncu. Ekrandan hiç gitmesin istiyorsunuz, bunun iyi bir oyuncu olmasıyla mı yoksa üzerine çok iyi giydiği karakterleri seçmesiyle mi ilgisi var emin değilim. Her şekilde iyi bir kariyer yönetimi.
Kadın baş kahramanımıza gelirsek, Rooney Mara’nın oynadığı Lisbeth, yani kitap serisine adını veren dövmeli hatunumuz ise, vay, hem fiziksel hem ruhsal açıdan hikayesine daha çok dalmak istediğiniz, müthiş ilginç bir şahsiyet. Çok travmatik şeyler geçiyor başından, bu sahneler çok iyi anlatılmış. Lisbeth’in bu olaylarla mücadele ediş biçimi de dudak uçuklatıcı.
Craig’in gazeteci karakteri Mikael ile de çok iyi bir uyum yakalıyorlar. O yüzden daha çok bu iki karakterin garip çekimi izletiyor size filmi, ikisinin de geçmişindeki, şu anındaki ve peşine düştükleri hikayenin çözümündeki boşluklara takılmıyorsunuz.
Bu boşluklar sadece filmden mi kaynaklanıyor diye merak ettim ancak kitapta da benzer kayıplar olduğu söyleniyor forumlarda. Belki kitabı ya da seriyi okuyanlar daha iyi yorum yapabilir bu açıdan. Neticede takılan tarafları olmasına rağmen türünün hakkını veren bir film.