Suç ve sanat nerede birbirine dokunur? Kültürel kriminoloji ile sanatın ortak yanları nelerdir? Sokak sanatını ve graffitiyi neler cazip kılar? Kent yaşamından suçu arındırmak için geliştirilen bilimsel teknikler, insan unsurunu nasıl ve neden kentten ayrıştırmaktadır? Graffiti, kamusal alan, manifesto, sanat galerisi, devrim hareketini duvarlarda görünür kılan Sandinistalar, sanatçı Ulay’ın “suça dokunan” performansı ve günümüz kriminolojisinin kullandığı yöntemler… Bu ilginç konular, Britanya’daki Kent Üniversitesi’nde sosyal politika ve sosyoloji alanlarında öğretim üyeliği yapan Keith Hayward ile ABD’deki Texas Christian Üniversitesi’nin sosyoloji profesörü ve Kent Üniversitesi Kriminoloji Bölümü’nün misafir öğretim üyesi olan Jeff Ferrell’ın bir araya geldiği söyleşide ele alındı.
12 Eylül’de, İstanbul Modern’in Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi’ne paralel olarak düzenlenen söyleşide Burhan Doğançay’ın kent duvarlarından esinlenen eserlerinden yola çıkarak sokak sanatı, graffiti ve suç arasındaki ilişkiyi, kent yaşamında sokakta gerçekleşen eylemlerin üzerinde kurulan kontrol mekanizmalarını inceleyen konuşmacılar, kültürel kriminoloji uzmanları ile sanatçılar arasındaki bağı anlattılar.
Şehrin gizli tarihinin, duvarlar ve graffiti aracılığıyla yazıldığını söyleyerek söyleşiye başlayan Ferrell, şehir hayatının üreticiliği ve yaratıcılığı arttırdığı tespitinde bulundu. Özellikle 70’lerde hip-hop kültürünün ortaya çıkmasıyla insanların duvarlara yönelmeye başladığını, böylelikle de sokak sanatının geliştiğini belirtti.
Graffiti sanatçılarının saklambaç oynadığını, sadece ait oldukları alt kültürden insanların onları görebildiğini belirten Ferrell, bazen bu sanatçıların ironik bir şekilde şehrin en yüksek yerlerine yazılar yazdığını, böylelikle görünür olan ve olmayan arasındaki dengeyi alt üst ettiklerini söyledi. Bunun “writing on the Heavens” (Cennette yazı yazmak) anlamına geldiğini, kendini görünür kılmak istemeyen sanatçının şehir yaşamına bir meydan okuması olduğunu ekledi.
Günümüzde graffiti sanatçılarının sanat galerilerine sahip olduğunu, yaptıkları işlerin küratörü haline geldiklerini, böylelikle bir zamanlar kültürel dayatmalarına karşı çıktıkları sistemin bir parçası haline gelip gelmedikleri tartışmasının ortaya çıktığını belirten Ferrell, graffitiyi, siyaset, galeri, kamusal alan, kültürel manifesto ve sanat arasında bir etkileşim alanı olarak tanıttı. Buna örnek olarak da Fransız graffiti sanatçısı JR’ı gösterdi.
Burada bir parantez açıp JR kimdir sorusuna yanıt verecek olursak, fotograffiti sanatçısı JR’ın bu sayfada görebileceğiniz işlerine baktığınızda bu tanımla ne demek istendiğini anlayabilirsiniz. Aslen sanatını Paris’te icra eden, yeri geldiğinde İsrail – Filistin duvarında, yeri geldiğinde de Brezilya’nın yoksul mahallelerinde, tıpkı gerilla pazarlama stratejisi olarak bir markanın poster ya da afişlerinin şehrin duvarlara asılması gibi, JR da siyah – beyaz fotoğrafları evlerin duvarlarına ya da kamusal alanlara uyguluyor. Kendini “kentsel aktivist” olarak tanıtan JR, “dünyadaki en büyük sanat galerisinin kent” olduğunu söylüyor. Açılımı Teknoloji, Eğlence ve Tasarım olan, dünyanın dört bir yanında konferanslar düzenleyen, kar amacı gütmeyen oluşum TED ödülünü 2011’de kazanan JR, yaptığı işleri şehre taşıyıp görünür kılarak, siyasi olarak söylemek istedikleriyle genel geçer fikirleri zorluyor.
Ferrell, graffitinin bu yönüne bir örnek daha olarak Nikaragua’daki Sandinista hareketinin, önderleri olarak kabul ettikleri, 20. yüzyılda ülkenin bağımsızlık hareketinin lideri olan Augusto César Sandino’nun resmini duvarlara çizmesini gösterdi. Böylelikle Sandinista hareketi, isyanını duvarlara yansıtabiliyor, devrimi görünür ve mümkün kılıyor.
Kendisinin de bir zamanlar graffitici olduğunu belirten Ferrell, galeri ya da müzeler için sanat yapabilecek niteliğe sahip oldukları halde, graffiticilerin sokak sanatını tercih etmesinin sebebinin, duvarlardan ziyade graffitti yaparken yaşadıkları heyecan olduğunu söyledi. Sokaklarda illegal olarak sanat yapmanın hissettirdikleri, polisten kaçmanın getirdiği heyecan ve sanatı sadece sanat için yapmanın verdiği zevk müzelere ve galerilere taşınamaz diyen Ferrell, işte bu yüzden güvenlik güçlerinin duvarlarda bu izleri bırakamayacağını vurguladı.
Bu noktada “Broken Windows Model”dan bahseden Ferrell, bu teorinin savunucularına göre, nasıl ki kırılan camın parçaları ortada bırakılmamalıysa , kamusal alanda işlenen suçların izlerinin de silinmesi gerektiğini söyledi. İşlenmiş bir suçun izlerinin kalması, suçluları teşvik edecektir diyen teoriye göre, kamusal hayattaki düzeni korumak ve suçun oluşmasını engellemek adına, suça dair her şey ortadan kaldırılmalıdır. Bu bir suç olduğu düşünülen graffiti için de geçerlidir, yapılan graffitilerin duvarlarda kalması demek suça teşvik anlamına gelecektir.
Suç ve sanat arasındaki ilişkinin sadece graffitiyle sınırlı kalmadığını, sanatçı Ulay’ın 1976 yılında Almanya’da gerçekleştirdiği There is a Criminal Contact in Art adlı performansında da suçun sanata dokunan yanının ortaya çıktığını belirtti. Bu performans için sanatçı Ulay, Berlin Ulusal Galeri’den, Almanya’nın ulusal gururu sayılan, sanatçı Carl Spitzweg’in Der arme Poet (Yoksul Şair) adlı eserini kaçırır. Galerinin güvenlik güçlerine yakalanmadan çıkmayı başaran sanatçı, bu sırada Marina Abramovich tarafından kameraya alınmaktadır. Ulya, sanat eserini kaçırdığı gibi bir Türk göçmenin evine asar. Birkaç saat içinde güvenlik güçleri ve galerinin müdürü eve gelip eseri alır ve Ulya tutuklanır. Ferrell’a göre Ulya’nın bu performansı da, sokak sanatçılarıyla aynı yerden konuşuyor; sanatı toplumun en müşkül durumda olanına ulaştırmak için, bir şekilde suça iştirak etmek gerekiyor.
Ferrell’dan sözü devralan Keith Hayward ise, kitabı Sociology as an Art Form’da Robert A. Nisbet’in vurguladığı gibi sosyal bilimcilerin sanatçılarla aynı noktadan yola çıkması gerektiğini söyledi. Günümüz kriminolojisinin ise, uydular aracılığıyla saptanan bölgeler, bilgisayarlarla oluşturulan haritalar üzerinden suç kavramını araştırdığını ve en büyük amacının suçun önüne geçmek olduğunu dile getirdi. Gözetleme, suç eşleştirme, uydu görüntüsü gibi şehre yukarıdan bakan yöntemler kullanan suç bilimcilerin böylelikle soyut ve şehre uzak bir yaklaşım edindiklerinin altını çizen Hayward, karmaşadan uzak, çamur ve çöp içermeyen, temiz bir şehir idealinin yaratılmaya çalışıldığını belirtti.
Halbuki her sokağın çok katmanlı bir yapısının bulunduğunu, tarihi, biyografisi ve işleyişinin farklı olduğunu göz önünde bulundurmalıyız diyen Hayward, suçun homojenize edilebileceğini ve yeni mimari yapılar tasarlayarak işlendiği alandan koparılabileceğini düşünmenin yanlış olduğunu söyledi. Suçun çeşitli formüller ve rakam fetişistliğiyle açıklanmasının, bilimsel soyutlanmayı beraberinde getirdiğini belirtti.
Hayward, kültürel kriminolojinin ise tam tersine suçu mikro düzeyde araştırdığını, şehrin farklı alanlarında işlenen suçların biricikliği üzerinde durduğunu dile getirdi. Duvarlara yazılan yazıların her zaman suçu ima etmediğini, sokak çetelerinin barış yaptıklarını duvarlar üzerinden çeşitli simgelerle ilan ettiklerini ve bunun suç oranının düşeceği anlamına geldiğini açıkladı. DJ Robert Miles’ın albüm şirketinin, graffiti aracılığıyla şehrin duvarlarında müzisyenin reklamını yapması gibi, çeşitli markaların kamusal alanlara markalarıyla ilintili çizim yapması için graffiti sanatçılarına para verdiğini ve böylelikle brandalism’in ortaya çıktığını örnekledi.
Hayward’a göre, sahip olduğu fonksiyondan başka bir görev üstlenen nesneler ve alanlarla karşılaştığında günümüz kriminolojisinin kafası karışıyor. Suçun incelenmesi sırasında her objenin tek bir fonksiyonu olduğunun varsayılması, alternatif işlevlere sahip nesnelerin farklı kullanımlarının devlet tarafından yasaklanmasına yol açıyor. Buna Hayward’ın verdiği ilginç bir örnek var. Maliyeti çok düşük olan ve evsizleri soğuktan koruyan bir barınak işine yarayan bir tür plastik çantanın kullanımı Britanya’da yasaklanıyor. Bu yasağa gerekçe olarak plastik çantaların kullanımının “evsizliğe teşvik etmesi” gösteriliyor. Ya da bazı ülkelerde, evsizlerin köprü altlarında uyumasını engellemek için yol üzerine sivri taşlar döşeniyor.
Gösteriler sırasında, polisin protestocuların çevresini sarması ve saatlerce onları kuşatma altında tutmasının insanları kaygılandırdığını ve tedirgin ettiğini vurgulan Hayward, daha barışçıl çözümlerin dile getirilmesi gerektiğini söyledi. Bir yandan insanlar iş bulmak adına şehir hayatına sürüklenirken, diğer yandan şehir içinde korunaklı, güvenlikli, kontrol edilmesi kolay ve ötekine yer vermeyen kapalı yerleşim yerlerinin oluşturulduğunu belirten Hayward, gözetleme ve kontrol mekanizmalarının gün geçtikçe güçlendiğini vurguladı.
Londra’da suçu önlemek adına sokak lambalarına monte edilen cihazların insanların konuşmalarını kaydettiğini açıklayan Hayward, şehir planlamacılığı aracılığıyla şehrin suçtan uzak bir yer haline getirilmeye çalışıldığını söyledi. Sözlerini “duvarlar ve sınırlar geçilmek için vardır” diyerek tamamlayan Hayward, suç bilimcilerin bu tavırlarından kurtulmak için sanatçılarla daha çok vakit geçirmesi gerektiğini, neyse ki kendisi gibi kültürel kriminoloji alanında çalışanların sanatçılarla aynı duruşu sergilediğini belirtti.