Sonsuzluk ve Bir Gün: İnsanlığın bütün acılarını tek seferde anlatan bir başyapıt

O kadar, o kadar çok ağladım ki… Şu satırları bile ağlayarak yazıyorum. Kelimelerin bu kadar az, ama o kadar etkileyici kullanıldığı bir film için, ben hangi kelimeleri yazabilirim, bilmiyorum…

Filmi izlerken öyle hıçkırarak ağladım ki pijamam ıslandı. Theodoros Angelopoulos, sen nasıl bir yönetmendin ki, bütün insanlığın, çocukların, yersiz yurtsuzların acısını tek bir filme sığdırabildin?

Hayatı, ölümü, aşkı, sevmeyi, kaybetmeyi, göçebeliği, savaşı, bu kadar mükemmel anlatmasının yanı sıra bir hissiyatı var filmin. Resmen bir büyüsü, maiası var. Müzik gibi bir film yaratmış Angelopoulos, ki içinde ezgi barındırmayan hiçbir sanat dalı için kolay değil bu. Çünkü müzik kadar sınırsız, sonsuz, tanrısal bir efsun yaratan, hislere ve duygulara dokunan bir şey bulmak zor. “Sonsuzluk ve Bir Gün” de resmen bütün hissiyatı ve dokusu ile müzik gibi bir etki yaratıyor bünyede.

Kalbimin her bir teline dokunduğunu, içimin sızım sızım sızladığını hissettim izlerken. Yıllarca izlemeyi erteledim hep bu filmi, nedense; hayatımın bu yerinde dokunması gerekiyormuş ruhuma.

Sanırım beni bu kadar hislendiren, hayatın başlangıcı, bitişi ve arasında geçen bütün o süreyi anlamlandıran anlara dair çok yerinde saptamalar yapmış olması filmin… Bu kadar acının, hastalıkların, haksızlığın, kederin, yalnızlığın, suçun, berbatlığın, kaybedişin olduğu şu yeryüzünde, işte bazı anlar var ki, unutuyorsun bütün kokuşmuşluğunu insanın. 

Başlarken de yaşarken de bitirirken de, o anları kalbine sıkıştırıp öyle yürüyorsun bilinmezliğe. O anlar için yaşıyorsun asıl, gerisi fasa fiso. Bir yandan da o kadar zor da değil o anları bulmak, kafanı çevirdiğinde yakalayabilirsin bu dakikaları, ya da öyle bir anın içinde olan birinin hissettiklerine tanıklık edebilirsin. En azından oradan dokunursun bir insana, oradan tutarsın hayatın ucunu.

Ya da açar “Sonsuzluk ve Bir Gün” izlersin, hayat ve insan kısa bir özet olarak geçer gözlerinin önünden. Yaşamının büyüsüne, sinemanın azizliğie ve insanın kendisine inancını tazelersin.

“Ey Selim. Korkuyorum ey Selim! Ne yazık ki bu gece bizimle gelemeyeceksin Selim. Korkuyorum Selim. Deniz çok büyük. Gittiğin yer nasıl bir yer Selim? Bizim gittiğimiz yer nasıl bir yer olacak? Ya orada dağlar, vadiler, polisler, askerler varsa? Asla geri çekilmeyiz. Şu anda denize bakıyorum ve sonu yok. Gece annemi gördüm, kapıda bekliyordu, üzgündü. Bir Noel günüydü. Dağların tepesinde kar vardı ve çanlar çalıyordu. Keşke bize limanları anlatabilseydin… Marsilya, Napoli ve koca dünyayı. Ey Selim anlat bize, bu koca dünyayı anlat.”