Şarkı söyleyen kadın ve içindeki yangın… İçimize düşürdüğü ateş… Yavaş yavaş alıyor seni içine, yavaş yavaş acıtıyor canını, yüreğini kanırtıyor, savaşa yaraşmayan bir sadelik ve sakinlikle önüne koyuyor aklının almadığı karanlıkları… Incendies, her sahnesinde sarsıyor seni, her anında kalbini zorluyor. Bir savaşın acılarını, insanlığın bittiği yeri, yaşanan dramın en can alıcı yanlarını gösteriyor, yaşatıyor, hissettiriyor. Arka fonda Ortadoğu’nun bitmek bilmeyen hesaplaşmalarıyla…
Savaştan ötesi yok. Savaş olgusu kadar gerçek bir şey yok. İnsanın insanlığından yittiği daha ileri başka bir yer yok. Her türlü yürek yakan hikayenin, işkencenin, acıların, tuzakların, en kanlı alacakların, vahşetin, ölümün yakıcı kederinin adresi savaş. Ama sanırım savaştan da beter yegane şey, iç savaş. Aynı kandan, aynı topraktan, aynı dilden, aynı sözden, aynı kaptan insanın, diğer yarısına uyguladığı kırım. Silahların kendi evine doğrulduğu, komşudan hesabın sorulduğu, bir noktada birinin diğerini neden öldürdüğünü unuttuğu ve sadece kan dökmeye devam etmek için süregiden iç savaş… Yarattığı psikolojik tahribat, fazlasıyla ağır.
Incendies filmi bize bunu tekrar tekrar, çok etkileyici bir hikaye örgüsüyle verirken, neye üzüleceğinizi şaşırıyorsunuz. Çok yakın bir zamanda, Lübnan’da yaşanan, boyutları insan vicdanını aşan bu savaşa mı, yoksa Ortadoğu’da hala benzer hesaplaşmaların belki de daha korkunç vahşetlerin yaşanmasına devam etiğine mi? Filmde izlediklerimin şu an Suriye’de yaşanıyor olduğu duygusundan kurtaramadım kendimi. Her sahnede Ortadoğu’daki başka bir yerde filmdekilerin, belki de daha acısının yaşandığını düşünüp kahroldum. İşte o noktada insan, uzaklaşıyor kendi yaşamından, kendi gerçekliğinden… İnsan gerçeğinden utanıyor. Bir yandan da çaresizliğine kahroluyor, insanın kendisine yenildiği için doymak bilmez kan sevdasına kapılıp yarattığı karanlıklara kahrediyor, burnunun dibinde yaşanan acılar karşısında aciz kalakaldığı için yaşamaktan soğuyor.