Megalopolis: 40 derece ateşle görülen sanrıların filmi

Delilik bu film, baştan sona, proje haline dönüştürülmesi, sinemalara gelmesi de… Francis Ford Coppola’nın 120 milyon dolar harcayıp rüyasını çektiği bir yapım bu. Rüyadan kastım hayalini kurması değil; Megalopolis baştan sona 40 derece ateşle, kan ter içinde yatakta kıvranışlarımız arasında gördüğümüz kabuslar gibi. Kopuk kopuk sahnelerden oluşan, bir maceradan bir maceraya koştuğumuz bir sanrı misali.

Kullanılan semboller yapaylığa sürüklendiği için izlemesi zor. Yapay zeka ile oluşturulmuş görüntülerden oluşan bir yumak gibi daha çok; ya da video oyunlarında aralara serpiştirilen ve bir hikayenin anlatıldığı animasyonlar gibi. Bir an önce oynamaya geçsek diyorsunuz ama başlamıyor bir türlü.

Kimse sanırım karşısındaki Coppola olunca diyememiş, “Beyim böyle film mi olur” diye. Sinemanın bütün kurallarını yıkmış Coppola kariyerinin sonunda. Tabii ki yapabilir bunu, Coppola’dan başka kime yakışacak sinemayı baştan yaratmak? Ama ne uğruna? Anlatıya hizmet etmek için değil, sırf bir mahalle gözden düştüğü için boş kalan bir binanın yıkışını hızlandırması gibi daha çok.

Bir derdi var Coppola’nın, ama ne söyledikleri ne de anlatım şekli devrimsel. Bir gelecek tezahürü var filmin; ancak bunu bir şehrin mimari ve ruhani açıdan farklı bir yaşam tarzı sunması üzerinden anlatmaya kalkınca boğucu bir şekilde inşa edilen yeni bir apartman mezarlığının cennet vaat ediyormuşçasına yapılan reklamlarından bir farkı kalmıyor.

Coppola, birtakım görseller ve karakterler hayal etmiş, zamanın akışı ve mekansal kısıtlar ile derdimize bir cevap aramak istemiş, bunun için de birbiriyle bağlantısı olmayan sahneler, ucu açık karakterler inşa etmiş. Ancak bu karakterler de dengeli bir dünya kuramamış. Bedensel varlığı ve enerjisiyle vizyoner bir dehayı oynayan Adam Driver’ın karşısında çağdaş ve büyüleyici kadın başrol olarak Nathalie Emmanuel çok hafif kalmış maalesef.

Ancak kutlanacak hiç mi bir şeyi yok filmin? Var, tabii ki… Sinemayı bir oyun alanı olarak gören, kalıplara sığmadan ve sınırları zorlayarak istediği gibi film çekebilme özgürlüğünün bayrağını taşıyan Coppola’ya takdir ve selamlar olsun. Coppola’dır ne yapsa yeridir, istediği gibi de film çeker kardeşim.