21.Şubat.2015’te Milliyet’te yayınlanan yazım…
Fotoğraflar: Dağhan Kozanoğlu
Ünlü caz müzisyeni Kerem Görsev, yaklaşık iki ay önce yayınlanan albümü Emirgan’ın ardından şimdi de albüm kapsamında çıkacağı Türkiye turnesine hazırlanıyor. Görsev, Emirgan albümünü beraber yaptığı ünlü saksafoncu Ernie Watts ile ilk konserini 19 Mayıs’ta Kuşadası’nda verecek. Ardından İzmir, İstanbul, Antalya ve Bursa şehirlerinde konserleri olacak. Fatih Erkoç’la beraber düzenledikleri konserlerine de devam edecek olan Görsev, bir yandan da 29 Ekim’de ABD’de stüdyoya girecek olmanın heyecanını taşıyor. Çalışmaktan usanmayan, sürekli üreten ve hayallerini heyecanla anlatan bir sanatçı Görsev… Dinginliği ve sakinliğiyle çok sevdiği Emirgan’daki evinde buluştuğumuz başarılı caz sanatçısı, bize İstanbul’dan, cazdan ve siyasetten bahsetti.
- Emirgan albümünüzdeki besteleri yaparken nelerden esinlendiniz?
Emirgan albümü 1.5 ay önce çıktı. 400 yıllık, Osmanlı’dan kalma bir yerdir Emirgan. Çok sakin bir yer. Ben de dingin ve sakin yaşadığım için burada canım ne zaman isterse piyano çalma lüksüm var. Dünyanın en önemli saksafoncularından Ernie Watts ile birlikte albümü yaptık. 2010 yılında Londra Filarmoni Orkestrası ile beraber yaptığımız Therapy albümünde de Watts ile beraber çalışmıştık. Geçen yıl Watts’ı yine Türkiye’ye davet ettim, konserler yaptık ve ardından da stüdyoya girdik. Davulda Ferit Odman ve kontrbasta da Kaan Yıldız var. Emirgan bitti, hemen başka projelerle ilgilenmeye başladım.
- Bize o projelerden bahsedebilir misiniz?
2015’in 29 Ekim’ine stüdyo günlerimizi aldık, ABD’ye gideceğiz. Arada buralarda başka kayıtlarımız olacak. Ernie Watts ile Emirgan albümü için konser turnelerimiz var. 19 Mayıs’taki ilk konserimiz Kuşadası’nda. 20 Mayıs’ta İzmir’de Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu’nda, 21’nde İstanbul’a geliyoruz. Birkaç gün buradayız, başka kayıtlarımız var. Sonra Antalya ve Bursa’ya gideceğiz. İstanbul’daki turnenin kapanış konseri de Türkiye’de en sevdiğim konser salonlarından Cemal Reşit Rey’de 27 Mayıs’ta olacak. Anadolu’da da konserlerimiz var, Fatih Erkoç’la da beraber sahne alacağız.
Çocukluğum Kızılderili gibi geçti
- Emirgan albümünüzün tanıtım yazısında doğma büyüme İstanbullu olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu şehirdeki dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu şehir size hala ilham veriyor mu?
Esentepe’de daha Boğaz Köprüsü’nün olmadığı dönemlerde bizim oralar dutluktu. Arı Bisküvi Fabrikası vardı, şimdi Şişli Belediyesi’nin yaptığı Maya Gökdelen oldu. Fabrikanın kokuları bizim eve gelirdi, giderdik bize kırıntı bisküviler verirlerdi. Hemen Gayrettepe’ye doğru yürüdüğünüzde Baylan Çikolata Fabrikası vardı, oradan da çikolatanın kakao kokuları gelirdi. Boğaz Köprüsü’nün yolları falan yoktu. Şair Nedim İlkokulu’nda okudum, orada emekli subay evleri vardır, Darphane’nin oraya kadar lahana tarlalarıydı. Kar yağdığı zaman bizim oralar Sibirya gibi olurdu. Benim çocukluğum oralarda bir Kızılderili gibi geçti. Ağaçların üstünde… Konservatuara gidip geliyoruz, toprakla doğayla arkadaşlarımızla geleneksel oyunlar oynuyoruz. Annem balkondan bağırırdı, “Kerem gel” diye… İstanbul’un bomboş, yeşil, toprak olduğu dönemleri hatırlıyorum.
İstanbul tuhaf bir yer oldu
Bu kadar her tarafın beton olması, bu kadar şehirleşme, hiç hoş bir şey değil. Daha geçtiğimiz günlerde, denizi doldurursanız bir gün sizden geri alır, Pendik’te lodos fırtınaları büyük zarar verdi. Şehrin üstüne fazla yüklerseniz, bunu kaldıramaz. Hava akımları değişmeye başladı, kar doğru düzgün yağmıyor, yağsa bile tutmuyor, her taraf gökdelen, eğri büğrü bir yer oldu. İstanbul tuhaf bir yer oldu. Size dürüstçe söylüyorum, İstanbul’da yaşamaktan çok hoşnut değilim. Kızımın eğitimi bittiği gün, İstanbul’da küçük bir eve geçip Güney’de sakin bir yerde, zaten orada bir şeye ihtiyacım yok, yaşayacağım. İstediğin kadar gökdelenlerin sahibi ol, bu dünyadan hiçbir şey götüremezsin. Sağlıklı mutlu yaşamak için de tabiatla iç içe olmak lazım.
At gözlüğü taktım
- Yıllarca caz müzikten vazgeçmediğinizi ve hayallerinizin peşinden koştuğunuzu biliyoruz. Türkiye’de bir caz müzisyeni olarak hangi zorluklara göğüs germek zorunda kaldınız?
Kendimi bildim bileli savaşarak arzu ettiğim şeylere, hedeflerime gitmeye çalışıyorum. Savaşırken de taviz vermemeye çalışıyorum, vermiyorum da… Çünkü kolunuzu bir kere kaptırırsanız gider. İdeallerim için çizgimi bozmamaya çalıştım. Bana para istemediğim hiçbir şeyi yaptırmadı hayatımda. Ben bu müziği çalmayı seviyorum, bununla yaşamaktan ötürü de son derece memnunum. Başka müzikler çalsam başka durumlara gelirdim ama ben bu müziğe inanıyorum. At gözlüğü takmış durumdayım, ama at gözlüğümün yanları fiber camdan; şeffaf, pleksi cam. Dünyada her şeyi takip ediyorum ama kendi bildiğim yere gidiyorum.
Tanınıyorum diye en iyi ben değilim
Bu müziğe inanan pek çok arkadaşım var. Bakmayın Türkiye’de caz müzikle uğraşan çok fazla insan var. Ben belki onlardan çok fazla albüm, televizyon programları yaptığım için şanslıyım, radyo programı yapıyorum yıllardır, oradan daha çok tanınıyor olabilirim. Ama ben tanınıyorum diye en iyi de ben değilim. Türkiye’de çok iyi, çok eğitimli, yurtdışında, ABD’de okumuş, pek çok caz müzisyeni var. Onlar da kendilerini kabul ettirmeye başladılar. Bu da Türkiye’nin dünyada tanınması için çok iyi bir şey. Mücadele ediyorum, çok da mutluyum. Notalarla arkadaşım, piyanoyla çok iyi bir dostluğum var. Mutluyum caz müziği çaldığım için, ama bu hiç de dışarıdan gözüktüğü gibi kolay değil. Bizim de sıkıntılarımız oluyor. Hayal bittiği zaman yaşantı da bitiyor. Hayallerimiz her zaman bizden daha hızlı. O hayallere dokunmaya çalıştığınız sürece verdiğiniz çabalar albümlerin çıkmasını sağlıyor. Hayalle başarı birbirine kardeştir.
Caz müziği, siyasetin Yeşiller Partisi
- Türkiye’de caz müziği, kitlelere ulaşamıyor; sizce bu cazın doğası gereği mi yoksa Türkiye’de mi böyle?
Grammy müzik ödüllerinde hep Beyonce gibi kişilerin adı geçiyor, “show business” ödülleri. Öteki tarafta en iyi beste var, en iyi doğaçlama da var, ama bunları televizyon hiç vermiyor. İşte caz budur. Cazın ABD’de dinlenme oranı binde 17. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye bu çok daha aşağılarda. Ben cazı siyasetin Yeşiller Partisi olarak görüyorum. Yeşiller Partisi’nde aydınlık insanlar vardır, iyi eğitimli insanlar, ülkesini ve doğayı seven insanlar vardır; caz müzisyenleri de böyledir. Bizim içimizde hırs yok. Biz müzik çalıyoruz. Sosyal demokratlar da öyle, kültüre sanata ağırlık veren kesimler bunlar.
Caz eğitimi yok, cazın ilerlemesini İKSV sağladı
Türkiye’de 15-20 sene evvel Bilgi Üniversitesi’nde caz müziği bölümü vardı. Burada artık performans bölümü yok. Genç jenerasyon müzisyenlerin çoğu oradan çıktı; Ferit Odman, Burak Bedikyan, Ozan Musluoğlu… Nardis Caz Kulübü de oradan çıkanlara çalma fırsatı verdi. Şimdi hiçbir üniversitede bu bölüm yok, sadece sertifika programları var. Artık bir özel üniversitenin buna yatırım yapıp ABD’den gelen ve Türkiye’den hocalarla bir caz okulu kurması gerek. Türkiye’de cazın ilerlemesi son 30 yıldır İKSV sayesinde oldu, Allah gani gani Nejat Eczacıbaşı’yı rahmet eylesin. Caz Festivali bana büyük ilham verdi. Caz hayal kurdurma mekanizmasıdır.
Oy vermiyorum, belki Çipras olsaydı…
- Yüzyıllardır dünyanın her yerinde sanatçılar ve iktidar arasındaki ilişki tartışılmıştır. Fazıl Say özelinde de bu konunun gündeme geldiğini görüyoruz. Türkiye’de bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dünyada kültür-sanat sosyal demokrattır. Meclis’teki milletvekillerinin arşivlerine girip kaç yüz tanesinin evinde klasik müzik var, kaç yüz tanesinin evinde piyano var, kaç yüz tanesinin evinde resim ve heykel var, bir bakalım. Hiçbir zaman merkez sağ partiler kültür-sanata sosyal demokrat partilerin baktığı gibi bakmadı. Ben hiçbir partiye oyumu vermem, niye vereyim ki? Beni temsil eden bir parti yok. Belki de Çipras gibi biri çıkacak da… Türkiye’de biz dön dolaş hep aynı şeye bakıyoruz. Taze kan lazım. Umudumu hiçbir zaman kesmiyorum, çünkü bir kız babasıyım; onu bu ülkede büyütüyoruz, bu ülkede yaşayacağız ve bu ülkede öleceğiz.
- Kızınız için nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz?
Hiçbir endişem yok. Türkiye her zaman böyle çalkantılı olur, Türkiye’deki bütün iktidarların ömrü de 20 senedir. Gençlik var, akıllı insanlar, mantığımızı da kullanmak zorundayız. Hiçbir zaman Türkiye çökmez, büyük bir memlekettir. Genç nüfusumuz da gümbür gümbür geliyor. Bizim tek eksiğimiz eğitim. İyi bir eğitim vermemiz lazım. Eğitimle ilgili verilen kararlar deneme yanılma tahtasına döndü, artık insanlara bir bıkkınlık geldi. Okullarda müzik eğitiminin artırılması lazım, müzik beyni açar. Mozart dinleyenlerin matematik, aritmetik, fizik zekası öteki çocuklara nazaran çok daha fazla. Çocukları klasik müzik dinleterek uyutursak hiddetten, şiddetten uzak dururlar. Benim için kimin iktidarda olduğunun bir önemi yok, bu ülkenin çocuklarının nasıl yetiştiğine bakıyorum. Batı’ya yönelik yetişmeliler. Şimdiden Türkiye’nin 50-100 sene sonrası için bir nesil yetiştirmek gerek.
Bir sonraki albüm eşim için
- Bu dönem eserlerinizi yaparken kafanızı neler meşgul ediyor?
Yeni albümümü eşime yapıyorum. Eşim için “I love May” adlı bir şarkı yapmıştım, ismi Pınar olduğu için yeni şarkımın adı da “Spring Water”. Büyük bir orkestrayla birlikte bestelerimi Alan Broadbent yapıyor yine… 1995 yılında Türkiye’ye döndüğünde martta dönüyordu, işleri uzadı, evlenmeye geliyordu, ancak mayısta döndü. Bu yüzden o şarkıyı yapmıştım. Üzerinden 20 yıl geçmiş, şimdi ona bir albüm yapıyorum. Demek ki bana bir şeyler yaptı ya da hissettirdi ki bu albüm oluyor.