FEJS (Forum for European Journalism Students) organizasyonunun bu seneki kongresi, Viyana’da “European Crisis: A Mission for Journalists” başlığı altında düzenlendi. Nisan ayı sonundaki konferansın amacı, tüm dünyada etkisini şiddetli bir şekilde gösteren ekonomik krizin Avrupa’daki yansımalarını, gazetecilik ve medyanın değişen dinamikleri üzerinden incelemekti. Geçtiğimiz haftasonu Avrupa’da düzenlenen seçimlerde birliğin kemer sıkma politikasına karşı koyan partilerin sandıktan başarıyla çıkması, bu seçim sonuçlarının AB elitlerinde tedirginlik yaratması ve tüm bunların neticesinde Avrupa borsalarının sarsılması bir kez daha gösterdi ki, Avrupa Birliği ekonomik anlamda bu sıralar birlik olmaktan çok uzakta. İlginç olan, sözkonusu konferansta odak noktasının ekonomik krizden, bu krize bağlı olarak yoğunlaşan, fakat Avrupa Birliği’nin kurulduğu günden beri süregelen kimlik krizi üzerine kaymasıydı.
Avrupa Birliği bugünkü görünümüne daha kavuşmamışken ülkelerin bir araya gelmesindeki ilk amacın ekonomik birlik oluşturmak olduğu, bu amaca zamanla ortak bir Avrupalı kimliği yaratma idealinin eklendiği, fakat birliğin gerek güçlü bir ekonomik birliktelik olmaktan gerekse Avrupalı idealini meydana getirmekten uzak olduğu ister istemez Viyana’da düzenlenen bu konferansta da konuşuldu. Avrupa Birliği kurulduğu günden bu yana tartışılan en merkezi ve problemli konular bunlar. Fakat içinde bulunduğumuz ekonomik krizin boyutları, Yunanistan üzerinden yürütülen tartışmalar, İspanya, İtalya ve Portekiz’in krizin pençesine gün geçtikçe daha kuvvetli bir şekilde düşmesi, Avrupalı halkın kemer sıkma politikalarının destekçisi olan siyasetçilere tepkisinin gün geçtikçe kuvvetlenmesi, konferanstaki tartışmalara yön veren unsurlar oldu.
Avrupa’nın dört bir yanından gelen gençlerin toplanmasındaki tek amaç Avrupa Birliği’nin bugününü ve geleceğini tartışmak değildi elbet; krizin ortasında bu coğrafyada haber yapan gazetecilere ve medyaya hangi rollerin biçilmesi gerektiği, konferansın ana damarlarından biriydi. Bu sefer de konuşmalar sosyal medya, dijital medya, teknolojinin gazeteciliği getirdiği nokta, gücü elinde bulunduran medya patronları, medyanın ve gazetecilerin ne kadar özgür davranabildiği gibi konulara geldi ister istemez. Bu meselerle ilgili her zaman sorulan sorulara tekrar cevap aranmaya çalışılmasından başka, verilen ilginç cevaplar da vardı. APA’nın (Austria Press Agency) 26 yıl boyunca CEO’luğunu üstlenen Doktor Wolfgang Vyslozil, bağımsız olduğunu söylediği ajansın bunu başarmasını sağlayan etmenin, editöryal kadrosunun bağımsızlığı olduğunu söyledi. Vyslozil, bir basın kuruluşunun, medya organının, gazetenin, radyonun, televizyonun veya ajansın bağımsız olabilmesinin tek koşulu, ekonomik olarak herhangi bir özel ya da kamusal kurum/kuruluşa sırtını yaslamamasıdır dedi. Peki APA bunu nasıl sağlıyor? APA, çeşitli gazeteler, haber ve fotoğraf ajansları, IT şirketleri, Avusturya ulusal yayın şirketi ORF’un ortak olduğu bir birlik tarafından yürütülüyor. Yani Avusturya’nın en büyük haber ajansının sahibi, Avusturya medyasının ta kendisi; APA, farklı basın ve yayın kuruluşları tarafından finanse ediliyor. Bünyesine uluslararası ortaklıkları da katarak tam bağımsızlık yolunda ilerleyen APA, ilginç bir örnek teşkil ediyor.
Konferansta ayrıca ortak bir Avrupa kamuoyunun varlığı, bu kamuoyunun oluşturulmasına engel olan etmenler ve böyle bir kamuyonun oluşturulmasının gerekli olup olmadığı da tartışıldı. Profesör Doktor Katharine Sarikakis, telif haklarının korunması, ifade özgürlüğünün sağlanması ve gizlilik gibi belli başlı konularda Avrupa Birliği tarafından alınan kararlara ve çıkarılan yasalara değindi. Konferans, Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen gençlerin bu konulardaki görüşlerini aktarmasını sağladığı ve Avrupa’ya dair bir mikro gözlem alanı yarattığı için ilginçti.
AB kurumlarına ve yasamalarına dair haberler nasıl Brüksel dışında yaşayan Avrupalıların ilgisini çekecek şekilde hazırlanabilir konulu “Brüksel’den Bildirmek” başlıklı atölye çalışmasının moderatörü ve eski Brüksel muhabiri Doktor Roland Adrowitzer, katılımcı gençlere Avrupalı hissedip hissetmediklerini sordu. Gelen yanıtlar, Avrupalı siyasi elitlerin ayrımcı ve yukarıdan bakan tavırlarının kendi gençlerine nasıl sirayet ettiğini gözlemlemek açısından ilginçti. Birçok gencin verdiği ilk cevap, ancak ülkesi dışındayken kendini Avrupalı hissettiğiydi, onun dışında kendilerini yaşadıkları ülkenin vatandaşı gibi hissettiklerini belirttiler. Fakat gençler Avrupalı olmak hissiyatı üzerine konuştukça, Avrupa’da yaşayan, ancak Avrupa dışındaki ülkelerden gelen göçmenler ve vatandaşlar hakkındaki dışlayıcı tavırlarını hissetmemek mümkün değildi. Bu tavır sadece Avrupa dışındaki ülkelere dair değildi, Finlandiyalı bir katılımcının söylediği şu sözler düşündürücüydü: “Yunanistan ve İspanya’daki ekonomik gidişat üzerine çok okudum, araştırdım. Şu an içlerinde bulundukları duruma gerçekten üzülüyorum, onlara karşı bir sempati besliyorum. Ancak bu ülkelere baktıkça görüyorum ki, eğer onlar Avrupalı ise ben değilim. Avrupalı olmayı, içlerinde bulundukları durum dolayısıyla reddediyorum.”
Yunanistan Euro bölgesinden çıksın mı, AB ekonomik bir birlik olmayı başarabiliyor mu, AB’nin güçlü ülkelerinin daha ne kadar ekonomik zorluk içinde olan ülkelere yardım etmesi gerekiyor tartışmaları bir yana, görülüyor ki AB sadece ekonomik alanda değil, kimlik kavramı üzerine de hala güçlü bir krizin içinde. Bu kadar fazla sayıda ve farklı ülkeyi içeren bir birliğin kimlik anlamında katı bir bütünlük göstermesi zaten umulmuyordu. Fakat AB’nin, ülkelerin yaşadığı milliyetçi ve faşist akımlara ya da göçmenlere karşı uygulanan ayrımcı politikalara çare olması beklenirdi. Ne kadar naif bir düşünce olursa olsun, millet kavramı üzerinden kurulan bölgesel birlikteliklerden ziyade, birden fazla kimliğin bir arada bulunmasına imkan tanıyan, milliyet ve aidiyet kavramlarını aşan büyük birliklerin güç kazanmasının daha iyi olması gerekirdi. Ne yazık ki AB örneği tekrar gösteriyor ki, bu kavram “Avrupalı” da olsa, bir kimliğin oluşabilmesi için başka kimliklere üstünlük kurması ve onları dışlaması gerekiyor.
Konferans fotoğrafları için Jasna Rajnar Petrović’e teşekkürler.