Aşk ne zaman güç mücadelesine dönüşür? Yoksa en başından beri aslında sevgi diye benimsediğimiz katıksız sanılan duygu, ister istemez birbirine bir şeyleri kanıtlamayı mı gerektirir?
Netflix’te yayınlanan Fair Play, aynı yatırım şirketinde çalışan bir çiftin aşkını, finans dünyasının acımasızlığını ve sektördeki rekabeti, ilişkinin dinamiğine yükleyerek anlatıyor.
Bir ilişkinin aldığı yolu, kadın ve erkeğin kariyerlerindeki mücadelesine paralel izlemek yaratıcı bir fikir bence.
Kadın ve erkeğin şirket içindeki yükselme hırsı, bununla beraber değişen ilişkinin dinamiği soluksuz ve heyecanla anlatılmış. Başta beraber çarpan iki kalbin zamanla bozulan ritmini izlerken sizin de kalp atışlarınız hızlanıyor.
Film, sizi bir tarafın başarısını daha çok istemeye itiyor, finans ve yatırım dünyasının riskleri içinde birinin adımlarını daha güvenli atmasını isterken ilişkinin nasıl değişeceğini de merak ediyorsunuz.
Fair Play’in en başarılı bulduğum tarafı ise bir kadın yönetmenin elinden çıktığı için kadının, erkek egemen bir sektördeki yerini ve bununla beraber ilişkide nasıl algılandığını gerçeğe çok uygun olarak anlatması.
Yönetmen Chloe Domont, bir kadını bugün bile kariyerinde yükselirken hangi tehlikelerin beklediğini hiç abartmadan anlatmış. Bir kadının kariyerinde elde ettiği başarının, kendisini çok sevdiğini söyleyen bir erkek tarafından bile nasıl şiddete varacak şekilde gölgelendiğini de çarpıcı bir şekilde göstermiş.
Kadınların hem kariyerlerinin hem ilişkilerinin her anında ziyadesiyle içselleştirdiği mücadelelerin nasıl şiddetli olduğunu, bazen unutsak da etkileyici bir şekilde hatırlatıyor bize.
Filmin bana göre adaletli sonu ise yeryüzünün dört bir yanında benzer dertlerden muzdarip kadınlar adına yüreğime su serpti.