Ethan Hawke, yas tutarken hayatı öğrendi

River Phoenix, Hollywood’daki Viper Room gece kulübünde aşırı doz uyuşturucudan öldüğünde henüz 23 yaşındaydı.

O dönemde, kendi kuşağının en başarılı oyuncusu olarak görülüyordu.

Ölümü sadece son anlarında yanında olan kardeşi Joaquin Phoenix’i, ailesini ve sevdiklerini derinden etkilemekle kalmadı; aynı zamanda sinema endüstrisini ve Hollywood’u da kökten değiştirdi.

Hayatı fazlasıyla değişen insanlardan biri de Ethan Hawke’du.

Hawke’ın ilk filmi, River Phoenix ile birlikte rol aldığı Explorers’tı ve çocukluklarının bu önemli projesini beraber üstlenen bu iki oyuncu yakın arkadaş oldu.

Hawke’ın Phoenix’in ölümüne duyduğu yas, kariyerinin ve hayatının yönünü değiştirdi.

Ailesi

Ethan Hawke’ın anne ve babası, henüz dört yaşındayken boşanmıştı.

Hawke, üzerinde büyük bir entelektüel, müzikal ve sanatsal etkisi olan annesi tarafından büyütüldü.

Ethan’a 16. yaş günü için Laurence Olivier’nin oyunculuk üzerine yazdığı kitabı hediye eden kişi de annesiydi.

Anne ve babası lisede tanışıp aşık olmuş, üniversitedeyken ayrılmışlardı.

Ailesinin evlilikte başarısız olduğunu gören Ethan, gelecekteki çocuklarını hayal kırıklığına uğratmamak için asla boşanmamaya karar verdi.

Gençlik yıllarında çoğunlukla yazar olmak istemesine rağmen, 12 yaşında tiyatro oyunlarında rol almaya başladı.

İlk filmi, 14 yaşında rol aldığı River Phoenix’le birlikte çekilen Explorers’tı.

Bu filmle ilgili büyük hayalleri olmasına rağmen Explorers gişede başarısız oldu ve Hawke oyunculuğu bıraktı.

Hatta bir röportajında, “Bir çocuğa asla oyunculuk yapmasını tavsiye etmem” sözlerini sarf etti.

Dead Poets Society

Buna rağmen, üniversitede okumaktan tatmin olmadığı için sadece dört yıl sonra tekrar oyunculuğa geri döndü. Bu film Dead Poets Society idi ve bu filmle dünya çapında üne kavuştu.

Ben de çocukken “carpe diem” kavramını bu şekilde öğrenmiştim.

Çocukken izlediğimiz filmlerin hafızamızda büyük bir etki bırakması oldukça ilginç bir şey.

Hawke, bu filmden sonra oyunculuğu asla bırakmadı.

O zamandan beri, dünyada yüzünün tanınmadığı bir dönem hiç olmadı.

Fakat şöhretin, tanınmanın ve paranın tadını yeni yeni çıkarmaya başladığı 20’li yaşlarının başında, yakın arkadaşı River Phoenix’in ölümü gerçekleşti.

Bu, Hawke için şok edici ve korkunç bir dönüm noktasıydı. 

Sadece en iyi arkadaşlarından birini kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda şöhretin bir insana neler yapabileceğini ve Hollywood’un insanı nasıl tüketebileceğini de gördü.

Phoenix’in yasını tutmak, Hawke’ın hayatında kalıcı bir etki yarattı.

İlk olarak, hiçbir zaman Los Angeles’ta yaşamadı. Bu çılgın yaşam tarzından uzak durmak istedi.

Daha ciddi, daha entelektüel filmler yapmaya odaklandı.

Kuşağının temsilcisi haline geldi

Her zaman “kendini beğenmiş” olarak tanımlanma korkusu taşıdı, bu yüzden kendisi için daha derin bir kariyer inşa etmek zorundaydı.

Bu hırs, 1994 yapımı Reality Bites filminde başarıyla hayata geçirildi.

Ben Stiller’ın yönetmenlikteki ilk denemesi olan bu filmde, işsiz, üniversiteden yeni mezun olan ve hayalleri duvara toslamış bir grup gencin hikayesi öyle iyi anlatıldı ki, Reality Bites X kuşağının poster filmi haline geldi.

Ethan Hawke’ın gitar çalan, felsefe okuyan, hayatın anlamını sorgulayan; duygusal, hassas ama zeki bir genç olan melankolik Troy karakteri, gerçek hayattaki hali gibiydi.

O dönemin gençliğini çok iyi yansıtan bir oyuncuya dönüşürken, oynayacağı senaryoları dikkatli seçti.

Uma Thurman ile tanışması

Hawke, ilk eşi olacak Uma Thurman ile 1996 yılında Gattaca filminde aldığı rol sırasında tanıştı. O dönemde Thurman, son derece ünlü ve saygı duyulan bir oyuncuydu.

Hawke, bugün bile Gattaca’yı en iyi rollerinden biri olarak tanımlıyor, buna rağmen film yeterince ilgi görmedi.

Çift, 1998 yılında evlendi.

Hawke için her şey nihayet tamamlanmış gibiydi. Karmaşık ve zeki karakterleri derin senaryolarla birleştiren bir oyuncu olarak kendini konumlandırmıştı.

Ayrıca, yetenekli, güzel ve büyüleyici bir eş ve iki sevimli çocukla kendi ailesine sahipti.

Ama bu sadece, 28 yaşındaki saf bir genç adamın tatlı  rüyası olabilirdi.

Bu tabloyu yerle bir eden, bizzat kendisi oldu. 2003 yılında, Hawke’ın Uma Thurman’ı ailenin dadısıyla aldattığına dair söylentiler ortaya çıktı. 

Çift birkaç yıl içinde boşandı.

Hawke dadıyla evlendi ve o zamandan beri onunla aşk yaşamaya devam ediyor, ancak boşanması kendi inanç sistemini sarstı.

Çocukluğundan beri, “parçalanmış bir ailenin babası” olmayacağına inanmıştı; aşk hikayesi sonsuza kadar sürecekti. Ama inandıkları değişmişti, artık bu tür şeylerin kendisinin de başına gelebileceğini kabul etmişti. Hayat, büyük sözler vermek için uygun değildi.

Yazarlık

Hawke, bu kez evliliği için yas tutmak zorunda kaldı. 

Bu, ebeveynlerinin ardından yasını tuttuğu ikinci evlilikti.

Ama en azından bu kez, oyunculuk dışında acısını yönlendirebileceği başka bir aracı daha vardı: Çocukluğundan beri hayalini kurduğu yazarlık.

Hawke, kariyerinde derin bir etki bırakan Before üçlemesiyle film senaryoları yazmaya başladı.

Üçlemenin ilk filmi Before Sunrise, 1995 yılında gösterime girdi ve parlak bir gelecek vaat eden bir aşkın romantik başlangıcına bir övgü niteliği taşıyordu.

Bu film için, Hawke ve başrol oyuncusu Julie Delpy, yönetmen Richard Linklater ile birlikte senaryo sürecine katkıda bulundu.

Bu deneyim, Hawke’ı oyunculuk dışında başka sanatsal projeler yaratmaya teşvik etti.

İlk romanı The Hottest State, 1996’da yayımlandı.

Yönettiği ilk film olan Chelsea Walls, 2003’te prömiyer yaptı.

Hatta 2021 yılında A Bright Ray of Darkness adında bir roman yazdı; bu romanda eşini aldatan ve boşanmanın eşiğinde olan genç bir aktörün hikayesini anlatıyordu.

Acaba bu hikaye için ilham kaynağı kimdi dersiniz…

Sahne korkusu

Ethan Hawke artık iyi senaryoların ayağına gelmesini beklemiyordu; kendi projelerini yazıyor, yönetiyor ve tiyatro yapımcılığı yapıyordu.

O kadar başarılı, ünlü ve zengindi ki artık arkasına yaslanıp bu konforun tadını çıkarabilirdi.

Değil mi?

Hayır.

Hayatında onca tiyatro oyununda rol aldıktan sonra, 40 yaşında sahne korkusu geliştirdi. 40 yaşında! Onca yılın ardından…

Eskisi kadar kendine güvenmiyordu, sahneye çıkarken sesi ve elleri titriyordu.

Kendisine ne olduğunu sorgulamaya başladı.

Bu sorunun cevabını, piyanist Seymour Bernstein ile tanışana kadar bulamadı.

Bernstein, ona şöyle dedi: “Elbette gergin olacaksın, seyircin için sorumluluk taşıyorsun.”

Ve işte bu, Hawke’ın ilk belgeseli “Seymour: An Introduction” yapımının tohumlarını attı.

Şimdi, gençliğine yas tutmalı ve başka bir sanat eseri yaratmalıydı.

Araştırmacılara göre, başarılı bir yas süreci, insanları dünyaya yeniden ışık getirecek yollar bulmaya yönlendirir.

Başarılı olduğunda, yas tutan kişi, kaybettiği sevdiğiyle derin bir bağ hissetmeye devam ederken, onsuz da tatmin edici bir gelecek hayal edebilir.

Başarılı bir yas süreci sonrası, kişi günlük hayata yeniden bağlanır, diğer insanlarla yeniden ilişki kurar ve mutluluk ve tatmin potansiyeli olan bir gelecek için umut kazanır.

Ethan Hawke, her acı çektiği olayda yaratmaya geri döndü. Oyunculuk yaptı, yazdı ya da yönetmenlik yaptı.

Kendi inanç sistemini sarsması ve dönüşüm geçirmesi gerekti; bunu yaparken defalarca derisini değiştirdi.

Kariyerinde pek çok kez kayboldu ama yolunu tekrar bulması imzası haline geldi.

Ve bunu, her seferinde, sevdiği birini ya da bir şeyi kaybettikten sonra güçlü bir şekilde atlattığı yas süreçleri sayesinde başardı.

Hawke, şöhretin peşinden koşması gerekmediğini, zanaatını ustalaştırması ve samimi olması gerektiğini öğrendi.

Hawke, iyi bir baba olmak için çocuklarının annesiyle evli olmak zorunda olmadığını öğrendi.

Karakterleri gibi karmaşık bir insan olabileceğini, her zaman tüm soruların cevaplarını bilmesi gerekmediğini fark etti.

Samimi olmak için tek yapması gereken şeyin, rol yapmamak olduğunu öğrendi; hepsi bu.