03.Haziran.2013’te Milliyet’te yayınlanan röportajımın tamamı…
BM’nin 2004- 2009 yılları arasında Din ve İnanç Özgürlüğü Raportörü olan Asma Jahangir, Pakistan’ın önde gelen kadın hakları aktivistlerinden. Bir insan hakları konferansı için İstanbul’da olan Jahangir, kadın hakları ve inanç özgürlüğüne dair sorularımızı yanıtladı.
Yıllardır kadın hakları için mücadele ediyorsunuz. Pakistan’daki sosyal mobilizasyonun seviyesi değişti mi?
Çok yol kat ettik, ama daha gitmemiz gereken çok yol var. 1980’de başladığımızda kadınlar için çok olumsuz bir hava vardı. Afganistan’da savaş yeni başlıyordu. Kadınlar hakkında geri düşünceler vardı. Kanunlar, kadınların ifadelerinin erkeklerinki kadar önemli olmaması adına değiştirildi. Kadınların kamusal alanlarda görülmemesi konusunda yeni fikirler ortaya atılıyordu. O yüzden o zamanlarda çok az kadın bir araya geldi. Çünkü askeri yönetim ve korku da vardı. Ama biz bu mücadeleye şimdi girmezsek, onlarca yıl daha acı çekeceğimizi düşündük. Öncekilerden daha farklı olan yeni kadın hareketi de böylece başladı. Çünkü öncekiler kadınları sadece dikiş makineleri üzerinden güçlendirmeye çalışıyordu. Yeni harekette ise kadınlara vatandaş ve insan olarak baktı. Kullanılan yöntem de daha agresifti. Sadece devlete dilekçe göndermiyorduk, protesto düzenliyorduk. Şimdi hiçbir parti kadınlar için özel bir programı olması gerektiği gerçeğini göz ardı etmiyor, bu yüzden çok yol kat ettik. Ama yine de Pakistan’daki geleneksel kültür yerini koruyor. Hükümetlerin bile bunu ortadan kaldırması mümkün değil. O yüzden kadınların daha çok gücü gerekiyor, çünkü kimse bunu bizim için yapmayacak. Çoğu kadının da dini inançları sağlam, birçoğumuz gibi dinde ruhani bir rahatlama buluyorlar. Ancak bu hayatı nasıl yürütmemiz gerektiğine odaklanmalıyız. Diğer hayat çok fazla sayıda risk içeriyor. İlk toplandığımızda sadece 200 kadın vardı. Çok azı çalışıyordu. Ama şimdi sadece çalışmakla kalmıyorlar, topluma bir katkıda da bulunuyorlar.
Dini kuralların kadın haklarını etkilediğini söylemiştiniz. Bunu açabilir misiniz?
Din ve gelenekler, kadınlar söz konusu olduğunda çok kolay ortaya çıkıyor. Modernliğin diğer formları, daha kolay kabul ediliyor. Eğer daha kırılgan bir sınıfı bastıracaksanız, bu konuları ortaya çıkarmak daha kolay. Ekonomik gelişmemiz Batı ideallerine göre. Teknolojimiz Batı ideallerine göre. Demokrasimiz de öyle. Ama kadınlara gelince Batı idealleri yaratık ve şeytani bir hale bürünüyor. İnsanların benim ülkemle ilgili anlamadıkları ise kadınlar her zaman siyasi olarak aktif oldular. Çünkü kadınlar ayrıca sömürgeci güçlerden bağımsızlığı kazanmak için de savaştı. Çoğu zaman pasif ev kadını olarak görülüyorlar. Evde çalışsalar bile çoğu yandan güçlüler. Pakistan’daki sıradan bir kadın bile yoksullukla mücadele etmek zorunda. Eğitimsizlikle, çok fazla çocuk sahibi olmakla ve en çok da toplumla mücadele ediyorlar. Kadınlar çok cesur ve kararlılar. Bu kararlılığı ortaya çıkarmak gerek. Kadınlar genelde bu sorunları kızlarının da aynı sorunları yaşamaması için çözmeleri gerektiğine inanıyorlar.
Türkiye ve Pakistan’ı kadın hakları açısından kıyasladığınızda benzerlikler görüyor musunuz?
Evet, benzerlikler var. Ama bu da Türkiye’nin neresinden geldiğinize bağlı olarak değişiyor. Ülkenin doğusu ve batısında farklılıklar var. Türkiye’deki namus cinayetleri Pakistan’dakilere çok benzer. Buna karşı düzenlenen protestolar ise aynı şekilde güçlü. İnsanlar başta bunun olduğunu reddettiler. Toplumu bunun gerçek olduğuna uyandıran ise kadınlar oldu. Kadının istediği kişiyle evlenmek istemesinde bir yanlış olmadığını söylediler. Bu yetişkin olmaktan kaynaklanıyor. Dünyada iki insan arasında aşkın yaşanmadığı tek bir yer yok. İroni şuradan kaynaklanıyor: Ülkemizdeki bütün ünlü destanlar ve anlatılar, aşka dair. Gerçek kültürümüzde bu var, asıl duygularımızın yansıması aşk. Ancak bu durum, aşkın kabul edilmediği bir anlatıya dönüştürülüyor. Buna karşı çıktığında, insanlar kendilerini uzak bir yere konumlandırıyor. Ama buna karşı mücadele etmek gerek, bu kabul edilemez. Din birçok yerde politik olarak ve baskı kurma aracı olarak yanlış kullanıldı. Daha çok da kırılgan olanların yani kadınların baskı görmesi için kullanıldı. Aileye mutlak itaat istendi. Ben ise çocuklarımın bana itaat etmesini istemiyorum. Beni ve düşüncelerimi sorgulamalarını istiyorum.
Türkiye’de kadın haklarına karşı toplumun bilinçli olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye bu açıdan çok ilginç bir ülke. Çünkü dini duygular bazen laik yapısını üstünden geliyor. Laik güçler cumhuriyetin kurucu liderlerinden ileri geliyor. Bu ikisini uzlaştırmak gerek, her toplum bunu farklı şekillerde yapıyor. Türkiye’deki gibi bütün liberaller buna daha az odaklanıyor. Fakat dini hakları bütün haklardan üstün görenler de var. İşleri daha da kötüye götürüyorlar ve yanlış bir şey yaptıklarında birbirlerini koruyorlar. Liberaller ise doğal olarak birbirlerini korumamaları gerektiğini düşünüyorlar. Tek bir hedef uğruna uyumlu davranmıyorlar. Kadın haklarını demokratik kurumlara bırakıyorlar ve daha büyük konulara bakıyorlar. Uzun bir mücadele var.
ABD’nin yayınladığı yeni bir raporda Türkiye’de Sünnilerin ayrıcalıklı olduğu belirtildi. Siz buradaki inanç özgürlüğü için ne düşünüyorsunuz?
Türkiye konusunda uzman değilim. Ancak Müslüman dünyasında Sünniler ve Şiiler arasında bir vekâlet savaşı olduğu çok açık. Biz ise bunun bir parçası olmamalıyız. Çünkü bu daha çok güç isteyen siyasi birimler arasındaki bir savaş. Yıllar önce çok küçükken Sünni ya da Şii’nin ne olduğunu bilmiyordum bile. Ancak bu yıl sadece Şii olduğu için öldürülen çok yakın bir arkadaşımızı kaybettik. Bir insan hakları savaşçısıydı. Ve ben öldürülene kadar Şii olduğunu bilmiyordum. Evine ailesini görmeye gittiğimizde altı yaşındaki çocuğu bana “Sünni misin yoksa Şii mi?” diye sorduğunda çok üzüldüm ve vicdan azabı çektim. Bunun ne kadar üzücü bir gün olduğunu düşündüm çünkü laik politikaya inanan ve kendini insan olarak tanımlayan birinin çocuğu şimdi Sünnilere karşı duyduğu korkuyla büyüyecekti. Özellikle Irak savaşından sonra daha çok mezheplere bölünüyoruz. Bu Müslümanların çoğunlukta olduğu toplumlar için yıkıcı olacak. Müslümanları bölmek isteyenler için belirleyici olacak. Bunun hiçbir şekilde olmasına izin vermemeliyiz.
Pakistan’daki son seçimlerle ilgili ne söylemek isterseniz?
Bence insanlar akılları ve kalpleriyle oy verdi. Ne zaman Pakistanlılardan bir karar vermeleri istense toplu bir bilgelikle hareket ediyorlar. Bu seçimde her partinin kendini kanıtlama şansı olduğunu göreceksiniz. Dışarıda kalan bir parti olmadı. Dini partilerin oyları ise iki basamaklı sayılara ulaşmadı bile. İleriye gitmek, yolsuzluğun ve terörizmin sona ermesini, iş, elektrik isteyen kişilerin kararı oldu bu. Siyasi partilerin liderleri, reform yapmayan partilerin nasıl cezalandırıldığını gördü.
Dünyada yükselişe geçen İslamafobi ve zenofobi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buna bakmanın iki yolu var. Hükümetler İsmafobiye sahip olduğunda bunu anında kınamak gerek. Ülkelerindeki bütün etnik azınlıklara aynı hakları vermeleri gerek. Ama genel olarak toplumdan konuşuyorsak İslamafobiyi bir şekilde anlayabiliyorum. Az da olsa birkaç Müslüman acımasız ve barbarca davrandı. Buna rağmen bu davranışları kınayan sesler ise çok net değildi. Hep “ama” ve “eğer”ler oldu. Örneğin Londra’da gerçekleşen cinayette olduğu gibi olaylarda “ama” ve “eğer”ler olamaz. “Cinayeti işleyen kişinin psikolojik sorunları vardı, belki işsizdi…” Ama hayır, dünyada psikolojik sorunları olan ve işsiz olan çok sayıda insan var ama din adına böyle suçlar işlemiyorlar. IRA bile cinayet işlerken dinin adını bağırmıyordu. Bence bu dinin tamamen yanlış kullanılması. Bu çok tehlikeli ve şeytanca.