OBAMA BELKİ DE VAROUFAKIS’İ DİNLEMELİ

BusinessHT’de 24.Mart.2016’da yayınlanan yazım…

ABD’nin Küba ve Arjantin ziyaretinin arkasında Latin Amerika’ya tekrar yüzünü dönme isteği var. Bunun en büyük sebebi ise Çin’in bölgede artan gücü; hatta küresel ekonomik güç olma yarışı…

Amerikan dış politikasıyla ilgilenenler son zamanlarda birçok tarihi ana tanıklık etti. ABD Başkanı Barack Obama, başkanlık döneminin sonuna yaklaşırken dış politikadaki sorunlu otları tek tek ayıklamaya devam ediyor.

Kimsenin hayal dahi edemeyeceği nükleer anlaşmanın İran’la imzalanmasının ardından Air Force One uçağının 88 yıl sonra Küba’nın başkenti Havana’ya inmesi, televizyon ekranlarını şenlendiren son gelişme oldu. Obama’yı ve Küba Devlet Başkanı Raul Castro’yu takip eden gazeteciler, Kübalılar ve Amerikan halkı, iki ülke arasındaki hala sarılmamış yaralara rağmen bu heyecanlı anı takip etti.

Obama’nın Küba seyahatinin ardında yıllardır kapalı kapılar ardında süren diplomatik müzakerelerin başarıyla sona ermesi yer alıyor. Küba, terör tehdidi içeren ülkeler listesinden çıkarılsa da Küba sokaklarında ambargoların da yakın zamanda kaldırılması talebi var.

Ambargolar konusunda Obama’nın elini kolunu Cumhuriyetçilerin kontrolünde olan Kongre bağlıyor. Otoriter bir rejim olmakla suçlanan Küba’yı insan hakları karnesi yüzünden eleştiren Amerikan kamuoyu ise Obama’nın üzerinde baskı oluşturan diğer önemli unsur.

Ancak bir noktayı vurgulamak önemli; Obama’nın ziyaretini ABD’nin Soğuk Savaş’tan kalan son tortuları temizleme arzusu gibi romantik bir noktadan biraz daha öteye konumlamak gerekiyor.

OBAMA LATİN AMERİKA’YI ÖNEMSİYOR

ABD’nin 1823 yılındaki Monroe Doktrini’yle başlayan ve müdahil olmakla suçlandığı darbeler zinciriyle iplerini iyice sıkılaştırdığı Latin Amerika kontrolü, Asya ve Ortadoğu’nun radarına girmesiyle gevşedi.

ABD Başkanı Barack Obama, Atlantic dergisine verdiği son röportajda Afrika ve Latin Amerika’nın ABD’den daha fazla ilgi görmeyi hak ettiğini anlatıyor.

İşte bu noktada Obama’nın Küba ziyareti Latin Amerika’yı açan bir anahtar. Her ne kadar son seçimlerle Latin Amerika’daki sosyalist damar biraz zayıflamış olsa da Obama’nın komünist Küba ile bile artık anlaşabileceğini göstermesi bütün Latin Amerika için bir mesaj niteliğinde.

Ekonomik açıdan bakıldığında ise ABD’nin 2014 yılında Latin Amerika’ya yatırımı yüzde 16 azalarak 159 milyar dolara düştü. Peki son yıllarda hangi ülke Latin Amerika’ya yatırımını neredeyse iki katına çıkardı dersiniz? Tabii ki Çin.

Çin’in 2015 yılında Latin Amerika’ya aktardığı paranın miktarı yaklaşık 65 milyar dolar. Önümüzdeki 10 yıl içinde ise bölgeye 250 milyar dolarlık bir yatırım yapmayı planlıyor.

2000 yılında Çin’in bölgeye yaptığı ihracatın miktarı 6 milyar dolarken bu rakam 2014 yılında 130 milyar dolara çıktı. ABD’yi sollayarak Brezilya, Şili ve Peru’nun en büyük ticaret ortağı oldu.

Çin, Küba’nın Venezuela’dan sonra ikinci ticaret ortağı. 2014 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 1.3 milyar dolar oldu. 2015’in ilk üç çeyreğinde ise iki ülke arasındaki ticaret yüzde 57 artarak 1.6 milyar dolar seviyesine ulaştı.

Çin’in Küba’da 460 milyon dolarlık otel yatırımı bulunuyor; bu yüzden ABD merkezli Starwood Hotels and Resorts’un Küba’da üç otel anlaşmasına imza attığına dair son haberler önemli.

Obama’nın Küba’dan sonra ziyaret listesinde bulunan Arjantin’e baktığımızda ise ABD ve Çin arasındaki rekabeti açık olarak görebiliyoruz. Çin, Arjantin’in Brezilya’dan sonra ikinci büyük ticaret ortağı. İki ülke arasındaki ticaret 2014 yılında 12 milyar dolara ulaştı. ABD ise Arjantin’in üçüncü en büyük ticaret partneri.

YENİ KÜRESEL CANAVAR

Çin ve ABD’nin Latin Amerika mücadelesi sadece bölgede ticaret üstünlüğünü ele geçirmek için değil. Asıl savaş, küresel ekonominin hakimi olmak noktasında…

Yunanistan’ın en meşhur simalarından Yanis Varoufakis, “Küresel Minotauros: Amerika, Avrupa ve Küresel Ekonominin Geleceği” adlı kitabında 2009 krizinin oluş sebebini, ABD’nin ticaret açığı ve bütçe açığını temeline alan küresel fazla aktarım mekanizmasının çöküşüne bağlıyor.

Kitap boyunca kökenlerine bolca inerek Yunan mitolojisinden yararlanan Varoufakis’e göre küresel ekonomi, canavara benzeyen bir yaratık olan Minotauros’un adını verdiği yeni bir küresel fazla aktarım mekanizması kurulmadan ayağa kalkamaz.

Yunanistan’ın eski maliye bakanı şimdinin parti lideri Varoufakis, ABD’nin bu görevi yerine getirememeye başlamasının ardından Çin’in yükselişine vurgu yapıyor ve Latin Amerika’nın bu büyümenin odağında olduğunu aktarıyor: “Latin Amerika herhalde Çin’in Küresel Minotauros’un en büyük yemleyicisi olarak belirmesi nedeniyle kalıcı değişikliklere uğramış bir kıtadır.”

Arjantin ve Brezilya’nın Çinli tüketici için tarlalarını açması ile Çin’deki ucuz işgücünün Latin Amerikalı rakiplerini bertaraf etmesinin “Latin Amerika’da sanayinin ortadan kalkmasına ve kıtanın temel ihtiyaç maddeleri üretimine dönmesine neden olduğunu” söyleyen Varoufakis, “Latin Amerika’nın ticari faaliyet tarzındaki değişme, çok yakın zamana kadar ABD’nin arka bahçesi sayılan bütün bir bölgenin yönelimini şimdiden etkilemeye başlamıştır” diyor.

Diğer yandan küresel fazla aktarım mekanizmasını kendi dağılmasıyla meşgul olan Avrupa’nın yaratamayacağını söyleyen Yunan akademisyen, Çin’in de “talep üretmekteki radikal yetersizliği yüzünden” bunu beceremeyeceğini söylüyor.

Varoufakis, Türkiye, Brezilya, Arjantin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerin ise birleşerek kendi canavarlarını yaratacak basirete sahip olmadığını üzülerek kaleme alıyor.

Bu satırları okuyan birçok kişinin hayrete düşeceği şekilde Varoufakis, bu görevi yerine getirecek iradenin şimdilik ABD’de tekrar ve belki de son defa yeşermesinin daha gerçekçi olduğunu belirtiyor. Gerçi Varoufakis’in tekrar şaha kalkmasında yardımcı olduğu radikal sol SYRIZA partisi iktidara geldiğinde ABD modelini örnek aldığı ve Obama’nın da SYRIZA’ya sempati beslediğini parantez açarak okuyuculara hatırlatalım.

Varoufakis, kitabını ABD’nin bu rolü üstlenmesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulayarak şu sözlerle bitiriyor: “Böyle parlak bir gelecek için Çin, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika vb. gelişen ülkelerin de önemli yapıtaşları ekleyerek katkıda bulunması mutlaka gerekli. Ama Amerika’nın öncülük etmesi şart. Eğer bunu yaparsa, belki yüzyıllar sonra Minotauros’un ölümü şairlere ve mit yaratıcılarına ilham verecek, bu ölümü yeni ve sahici bir hümanizmin başlangıcı sayacaklar. Yapmazsa, bizim kuşağın postmodern 1930’ları on yıldan uzun sürmez.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir