13 Eylül Perşembe günü Salt Galata’da Edhem Eldem ve Zeynep Çelik’in katılımıyla “İmparatorluk, Mimari ve Kent” adlı söyleşi düzenlendi. Zeynep Çelik’in İmparatorluk, Mimari ve Kent: Osmanlı – Fransız Karşılaşmaları (1830 – 1914) adlı kitabından yola çıkan söyleşide, tarih yazımına dair yapılan hatalar, metodolojik çıkmazlar ve kitabın ortaya atmak istediği sorular konuşuldu.
İki yazar, daha önce 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ve Doğu ile Batı arasındaki ilişkiyi ele alan Geçmişe Hücum adlı kitap için beraber çalıştıklarını ve bu söyleşide tarih yazımında genellikle rastlanılan sorunları dile getireceklerini söylediler.
Zeynep Çelik, İmparatorluk, Mimari ve Kent: Osmanlı – Fransız Karşılaşmaları (1830 – 1914) adlı kitabı yazarkenki çıkış noktasının ilgilendiği iki farklı konuyu, Osmanlı 19. yüzyıl mimarlık ve şehircilik tarihiyle, Kuzey Afrika’daki Fransız kolonyalizm tarihini mukayese etmek olduğunu dile getirdi. Bu kıyaslamayı yaparken disiplinlerarası bir yaklaşım üstlenmek istediğini, fakat bu noktada tarihçiliğin ve tarih yazımının çizdiği sınırlarla karşılaştığını belirtti.
Kuzey-güney ve doğu-batı gibi vektörel ikiliklerin tek bir doğru gibi algılanmasından ötürü tarihsel analizlerde metodolojik hatalar oluşabileceğini belirten Çelik, bu hatayı daha önce kendisinin de yaptığını söyleyerek “kısa ve küçük vektörler yerine karışık bir metodoloji”nin uygulanması gerektiğine vurgu yaptı.
Karşılaştırmalı tarihteki bir diğer sorunun arşivlerdeki eşitsizlik ve dengesizlik olduğuna dikkat çeken Çelik, kitabını yazarken Fransız ve Osmanlı arşivlerindeki dengesizlikle yüz yüze geldiğini söyledi: “Fransız arşivleri çizimler, belgeler ve resmi yazışmalarla dolu. Tek bir yolun bile açılışı için binlerce belge var, neredeyse sırf o yolun açılışı için bile bir kitap yazılabilir. Osmanlı arşivlerinde ise Halep’te açılan bir yol için neredeyse hiçbir belge yok.”
Çelik, bu kitabı için boğuşmak zorunda kaldığı sorunlardan birinin de tarih yazımının gelenekleri olduğunun üstünü çizdi. Çelik, Fransa ve Britanya kolonyalizmini karşılaştırmak olağan algılanırken, Osmanlı ve Fransız kolonyalizmini karşılaştırmanın imkansız göründüğünü sözlerine ekledi.
Tarih yazımında karşılaşılan önemli sorunlardan birinin de modernite sorunu olduğunu söyleyen Çelik, “modernite kimin malıdır?” sorusunun her zaman karşılarına çıktığını açıkladı. Aynı şekilde oryantalizm ve kolonyalizmin de Batı’ya ait kavramlar olarak ele alındığının ve bunun Osmanlı’da da oryantalizm olduğunun gözden kaçmasına yol açtığını belirtti.
Bir diğer sorunun kronolojik çerçeve çizme problemi olduğunu ortaya atan Çelik, tarihsel olayların “Lale Devri” gibi belli yıllarda başlayıp biten dönemlere ayrılmasının bu olayları ve dönemleri kesintili bir şekilde düşünmemize ve bir devri diğerinden tamamıyla ayırmamıza sebep olduğunu söyledi. “Fransızların ve Osmanlılar’ın Cezayir’deki hükümranlık devirlerini yıllarla birbirinden ayırdığımız zaman, Fransızların Cezayir’i yönetmek için Osmanlı’nın Cezayir’i yönetirken kullandığı iktidar yapısından yararlandığını fark etmeyiz” diyen Çelik, aynı hatanın Cumhuriyet dönemiyle Genç Osmanlılar için de yapıldığını sözlerine ekledi. Aynı şekilde tarihte İtalya’nın Libya’da yaptığı söylenen kimi yolların, arşivler tekrar incelendiğinde aslında Osmanlı tarafından yapılmış olduğunun meydana çıktığını söyleyen Çelik, kronolojik çerçeveyi iyi değerlendirmemiz gerektiğini vurguladı.
Geçmişe Hücum için çalışırken 15 yazarla birlikte bu konular üzerine tartışmanın çok zor olduğunu söyleyen Çelik’in ardından Eldem, aynı kavramları farklı tarihsel olgular için kullanmanın yarattığı problemlerden bahsetti: “19. yüzyıl Avrupa kolonyal imparatorluk sömürüsü ile Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyıldaki eski bir imparatorluk toprağı üzerinde kendi dininden olanları yeniden öteki olarak üretmesi çok farklı. Oryantal ya da kolonyal diyince Osmanlı’ya hak etmediği bir modernite veriliyor. Osmanlı’ya baktığımızda asıl kolonyal mantığa 16. yüzyılda Kıbrıs’a uygulananda rastlandığını görüyoruz. 19. yüzyıl Afrika’sına uygulanan için müstemleke gibi farklı bir kavram bulunduğumuz zaman da, bu kavram “sömürgecilik”e işaret ettiği için aslında post-kolonyal bir tabir üretmiş oluyoruz. Tarihi evirip çevirip büküyoruz, mukayese edilirlik zemini yaratıyoruz. Ama buna dikkat etmeliyiz.”
Eldem, 19. yüzyılda Osmanlı’nın Batı kolonyalizmini entegre etmeye çalışırken aslında yaptığının yayılma yerine olduğu yeri başka bir şekilde sunmaya çalışmak olduğunu belirten Eldem, bu sebeple Osmanlı oryantalizminin daha önce emperyal kültürde olana üstünden bakmanın yeni şekli olduğunu belirtti. Eldem bu söylediklerini bir örnekle açıkladı: “Şam’da yerli halktan biri, Yahudi bir kadın Müslüman mezarlığına defnedildi diye şikayet etmek amacıyla merkeze faks çekiyor. 1915’de olan bu olayda telgraf, hariciyenin tercüme odasından İçişleri’ne geliyor ve tercüme berbat. Fransız, İngiliz kolonyalizminde ise bu tür işlere bakan Colonial Affairs diye bir bölüm var. Fakat bu örnekte olduğu gibi Osmanlı periphery’yi (çevre) kendi içinde oturtamıyor ve iletişim sorunu yaşıyor.”
Eldem’in Osmanlı tarihinin “münferit kaynaklar üzerine inşa edilmiş, zayıf bir tarih kurgusu” olmasına dikkat çekmesi üzerine Çelik, “British Museum tüm elimizin altındayken, bizim tarihi müzelerimiz için böyle bir şeyin” olmadığına değindi. Eldem aynı zamanda Osmanlı tarihinde bugüne kadar bir şeylerin hep varsayılarak yazıldığını, Avrupa’da kurulan teorik çerçevelere oturtarak tarihi yazmaya kalkışıldığı için tarih yazımının malzemenin önüne geçtiğini söyledi.
Modernite ve kozmopolitizm kavramlarının da Osmanlı için önemli olduğunu vurgulayan Eldem, Şevket Pamuk’un “bağımlı büyüme” kavramının paradoksu ortaya koyduğu için değerli olduğunu ekledi. Osmanlı modernitesinin taşra modernitesi olduğunu dile getiren Eldem, Osmanlı’nın Cezayir’deki değişiklikler neticesinde geliştiğini ve kolonyal bağlama bağımlı gelişen, Avrupa’yı merkeze alan bir kültürün oluştuğunun altını çizdi. Bu noktada Selim Deringil’in ödünç kolonyalizm (2. el kolonyalizm) tespitinin çok yerinde olduğuna vurgu yaptı.
Çelik, moda konuların, genel kabul görmüş modellerin ve akımların tekrar ele alınması gerektiğini söyleyerek ampirik çalışmalara önem verilmesinin, sınırın nerede olduğunun, çerçevenin nasıl çizilmesi gerektiğinin sorgulanmasının önemli olduğunu ortaya koydu. Yazdığı kitapla yapmak istediğinin denge oturtmaktan ziyade, soru sormak olduğunu söyledi. Mimarlık ve şehircilik belgelerinin tarih yazımında önemli belgeler olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Çelik, söyleşinin sonunda mimarinin özgün bir belge olarak ortaya çıkmasının önemli olduğuna dikkati çekti.