14.Nisan.2014’te Milliyet’te yayınlanan yazım…
Dünya çapında sosyal bilimlerin en çok okunan ve alıntılanan akademisyenlerinden David Harvey, Boğaziçi Üniversitesi’nin konuğu olarak İstanbul’a geldi. Coğrafya ve sosyal iktisat alanlarında yaptığı çalışmalarıyla tanınan Harvey, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nün düzenlediği Aptullah Kuran anma etkinlikleri kapsamında “Kapitalist Kentleşmenin Çelişkileri” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Kent kuramcısı ünlü düşünür ile seçimlerden bir gün önce buluştuk, İstanbul’daki kentsel dönüşümden ve kapitalizm ile olan ilişkisinden konuştuk.
– Yerel seçimlerin mahalli sorunlara çözüm getirebileceğini düşünüyor musunuz?
Seçimlerin bir rolü olabilir, ancak seçimlerin sonucu toplumda genel olarak görülen organizasyonla belirleniyor. Siyasi partilerin doğası gereği paranın gücüne dayanıyor. ABD’de mesela bir parti var diyoruz, o da Wall Street’in partisi, o da Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Türkiye’de de muhalefet partisinin şu an olan bitenden radikal olarak çok farklı bir şeyler vaat ettiğini sanmıyorum. Bu yüzden günlük hayatın seçimlerden sonra çok değişeceğini sanmıyorum. Bu yüzden ben size soruyorum, sizce çok farklı olur mu?
– Gezi Parkı eylemleri, vatandaş ve şehir arasındaki ilişki hakkında ne gösteriyor?
Çok sık yabancılaşma duygusu ortaya çıkabiliyor, içinde yaşadığınız çevre üzerinde bir kontrolünüzün bulunmadığına, devletin yapılaşma ya da alışveriş merkezi kurma kararlarına dair. Bu yüzden insanlar şehirleriyle ilgili olarak yabancılaşmış hissediyor. Bu duyguya cevap vermenin iki yolu var: Üzgün, kaybolmuş, güçsüz hissetmek, ya da aktif bir şekilde siyasi bir öfkeyi harekete geçirmek. Brezilya, Londra, Stockholm ve Paris gibi dünyanın başka birçok yerinde olduğu gibi İstanbul’da da bu siyasi öfkenin patlak vermesi, her bir şehirde yaşayan vatandaşların içinde güçsüz hissetmekten bir şeyleri değiştirebileceğini hissetmeye dönüşebilecek bir potansiyel var. Bunu değiştirmenin yolu da seçimler için beklemek değil, sokaklara çıkmaktır. Sokaktaki insanlar hala siyasi protestonun en etkili yöntemlerinden. Bir soru ise bu hareketin sokakta mı kalacağı yoksa bir siyasi harekete dönüşeceği midir.
– Yaşanılan şehri değiştirme talebini insan haklarından biri olarak görüyorsunuz, değil mi?
Evet, “şehir hakkı” diye bir kavram var ve şehirde olan kaynaklara ulaşılabilirliğin olması anlamına geliyor. Ulaştırmaya, kamu alanlarına ulaşma hakkıyla ilgili. Ancak sadece olan kaynaklara ulaşmak değil, başka bir şehir yaratma gücü de olmalı diyen bir anlayış var: Kamu kullanımına açık kamu alanları olan bir şehir istiyoruz, polis tarafından taciz edilmeden üçten fazla kişinin bir araya gelebileceği bir şehir istiyoruz, kamu toplantıları yapmak istiyoruz. Benim için şehir hakkı, protesto düzenleme hakkı, muhalefet yapma hakkı, politik ve kültürel ifade özgürlüğü… Şehirlerde biz bunların bastırıldığını görüyoruz, işadamlarının, bankacıların, planlamacıların ve siyasilerin bizim yerimize karar verdiğini görüyoruz.
– İstanbul’daki hızlı yapılaşma ve kentsel dönüşümün kapitalizmle ilişkisi nedir?
Kapitalizm her zaman şehri para ve servet edinme aracı olarak gördü. Bazı dönemlerde kapitalizmin hayatta kalması için hayati bir önem taşıdı. 2007-2008 küresel ekonomik kriz sırasında büyük soru kapitalin nasıl yeniden canlanacağıydı. Bu süreçten en güçlü çıkan ülkeler ise Çin ve Türkiye oldu. İkisi de kapitalin yapılaşmayla hayatta kaldığı sınır tanımaz yapı projeleriyle anılıyor. Çok fazla kar edildi, ham madde için talep oluştu. Avustralya ve Şili gibi ham madde sağlayan ülkeler ise bu süreçte çok iyi idare etti.
– Kentsel dönüşümün en çok dar gelirli aileleri etkilemesi konusunda ne diyorsunuz?
Friedrich Engels, 1872’de barınma sorunuyla ilgili bir kitap yazmıştı ve orada İngiliz şehirlerinde görülen aynen bu süreci dile getirmişti. Değeri yüksek olan arsalar üzerinde yaşayan düşük gelirli aileler, yerlerinin değiştirilmesi konusunda çok kırılgan. Burada önemli olan bu sürecin nasıl yapıldığı. Şiddetle mi yoksa yasal olarak ödenek gibi çeşitli yöntemlerle mi yapılacak? Bu yüzyıllardır süregiden çok klasik bir yöntem. Bazen başka bir yere de yerleştirilmiyorlar, bazen sadece evlerinden atılıyorlar, mülklerini kaybediyorlar.
– İstanbul’da bir de AVM çılgınlığı var.
Bunun sadece ekonomik bir yanının olması gerekmiyor. Toplumun bazı kesimlerinde alışveriş merkezleri çok popüler. Çocukların, ailelerin ve kadınların güvende hissetmek için tek başına gittiği, karışık yapılar. Sadece alışveriş ile ilgili değil. Toplumun bazı kesimleri için İstanbul’daki alışveriş merkezleri çok popüler. Siyasilerin destek toplayabildiği yerler… Ekonomik değil, ancak siyasi bir anlam ifade ediyor.
– Vatandaşların karar alma mekanizmalarına dahil olamayıp umutsuz hissetmesi konusunda ne diyorsunuz?
Hükümetin otoriter ve despot olduğu, inşaat çıkarlarıyla yakın bağı olduğunda, arkasına büyük şirketlerin ve paranın desteğini aldığında kararların öylesine alındığını görebiliyorsunuz. Mesela İstanbul’daki üçüncü köprü ABD’de de bu kadar hızlı olamazdı, çünkü mutlaka çevreci bir karşı çıkış olurdu ve yasalarda da çevreyle ilgili koruyucu maddeler var. Mahkeme süreçleriyle en az beş yıl sürerdi. Burada hükümet hiçbir şeyi hiç kimseyle tartışmıyor, ne karar veriyorsa yapıyor. Bu yüzden buna verilecek tek cevap siyasi sistemin değiştirilmesi.
– Hükümetin Youtube ve Twitter yasağı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence delice! Tanıdığım gimse buralara girmekten engellenemedi. Çok etkisiz. Siyasi imajı açısından çok kötü. Hükümetin otoriter ve keyfi önlemler alabileceğini, kontrolden çıktığını gösteriyor. Bu yapmak için çok aptalca bir şey, ama hükümtler aptalca şeyler yapabiliyorlar.