16.Mart.2014’te Milliyet’te yayınlanan yazım…
Lübnanlı çağdaş sanatçı Akram Zaatari, Boğaziçi Chronicles (Boğaziçi Günlükleri) programı kapsamında Boğaziçi Üniversitesi‘nin misafiri olarak İstanbul’a geldi.
Önemli sanatçı ve düşünürlerin Boğaziçi kampüsünde konakladığı program için İstanbul’u tekrar ziyaret eden Zaatari, dün gerçekleştirdiği konuşma öncesinde, İstanbul’da da sergilenen eserleriyle ilgili sorularımızı yanıtladı. Sinema, fotoğraf ve arşiv alanlarında çalışan, Arab Image Foundation’ın kurucularından olan ünlü sanatçı, bu şehre yabancılık duymadığını aktardı.
-İstanbul’daki kültür-sanat ortamı hakkında ne düşünüyorsunuz?
İstanbul’da 20’nci hatta 19’ncu yüzyılın başına uzanan çok sayıda kültür kurumu var. Sanatı desteklemek ve koleksiyonculuk çok uzun zaman önce başladı. Çağdaş kültüre geldiğimizde ise çok canlı bir ortam görüyoruz. Çağdaş sanatın bugünkü doğası uluslararası olarak çok politik. Bunu Türkiye’de de görmeye başladığım için seviniyorum.
-Türkiye’de sanat diğer ülkelere göre siyasi konularla daha az mı ilgileniyor?
Hayır, tam olarak bunu demiyorum. Türkiye’den Lübnan’a, Suriye ve İsrail’e bölgede sosyal ve siyasi tabuların depremi var. Sanat ve tarih üzerinde çalışırken fark ettim ki sanat tarihin dile getiremediği tartışmaları ortaya çıkarabiliyor. Genç sanat ortamını çok tanımasam da Ahmet Ögüt, Cevdet Erek, Kutluğ Ataman, Ali Kazma gibi sanatçıların işlerini beğeniyorum.
– Üzerinde çalıştığınız eski stüdyo fotoğraflarında kameralara poz veren insanlarla bugünküler arasında ne fark var?
Biz artık poz vermiyoruz; daha farklı bir şekilde poz veriyoruz. 19’ncu yüzyılın sonlarında gelen fotoğrafın gücü, siz ve sizin görüntünüz arasında bir aracı olmasıydı. Bir stüdyoya sizin görüntünüzü yapması için gidiyorsunuz, ama bugün bu işlev yok oldu. Bir fotoğraf çekiyorsunuz ve Facebook’a yüklemekte acele ediyorsunuz, artık hız önemli ve amaç kayıt değil.
-Cep telefonlarıyla kendimizi çektiğimiz bir dönemde fotoğrafçılık nasıl etkilendi?
Bugün bir imgeyi beğenmiyorsak siliyoruz. Eskiden fotoğrafı beğenmediyseniz ya da fotoğrafçı hata yapsaydı bile negatifler yok olmazdı ve geleceğe kaydı kalırdı. Bugün hataların bir kaydı yok. Bu beni çok etkiliyor. Bugünkü fotoğrafların nasıl bir arşive dönüşeceğini bilmiyorum. Belki YouTube ve Facebook bir şekilde arşive dönüşecek, ancak buna kim sahip olacak, arşivi kim kontrol edecek bilmiyorum.
-İsrail’in Lübnan’ı 1982’de işgal ettiği dönemde kamera kullanmaya başladığınız. Neleri çekiyordunuz?
Kızkardeşimi çekiyordum; oyun oynarken, piyano çalarken ya da saçını kestirirken… Ancak bazı karelerde bombaları da görüyordunuz. Bu 35 milimetrelik karelerle ilgili en sevdiğim şey, evde olanlarla tarihi olayları bir araya getirmesi. Ne zaman bir bomba sesi duysam, balkona gider çekerdim, ertesi gün ise komşuların doğumgünü kutlamalarını çekiyordum.
-Son yıllarda Ortadoğu ve Arap toplumlarında yaşanan ayaklanmalarda fotoğrafın rolü ne oldu?
Fotoğraf ve video devrimlerin her zaman aktif bir parçası oldu. Benim inancım insanlarda, medyada ya da onları bir şeyler yapmaya iten kameralarda değil. Facebook ve YouTube’un bazı şeylerin gerçekleşmesini kolaylaştırdığı doğru, ancak bir şeylerin değişmesi zaten gerekiyordu. Fotoğraf ve telefon, insanlar üzerine olumsuz bir etki de yaratabilir. 10 yıl önce bir Danimarkalı, peygamber hakkında karikatür çizdiği için Lübnan’da gösteriler yapıldı. Sizce bunun için evleri yakmak mantıklı mı? Bu yüzden toplu histeriye inanmıyorum. İnsanlar birbirini dinlemeli. Önümüzdeki yılların umutsuz olduğunu düşünüyorum.